• Ana Sayfa
  • Dergi Arşivi
    • 3.sezon
      • 14.sayı
      • 13.sayı
      • 12.sayı
    • 2.sezon
      • 11.sayı
      • 10.sayı
      • 9.sayı
      • 8.sayı
      • 7.sayı
      • 6.sayı
      • 5.sayı
    • 1.sezon
      • 4.sayı
      • 3.sayı
      • 2.sayı
      • 1.sayı
  • SSS
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • Yazı Gönder

Mucize Ruh

instagram twitter youtube


1991’de, babaannem, hiç beklemediğimiz bir anda vefat ettiğinde dokuz yaşındaydım. Babam,
ölümün yasının tutulduğu ilk günlerde, yavaş yavaş kırışmaya başlamış ellerini, tülü (uzun, kabarık)
saçlarımda gezdirdi. Sonra bana, bunu söylemek zorunda kaldığı için, içi acıyarak baktı.

“Oğlum, bundan böyle dedenle birlikte kalacaksın, onun ufak tefek - Ülfet Amcanın
bakkalından ekmek alıp gelme, sefer tası içinde evden yemeği getirme, sofrayı kurma ve kaldırma gibi
- ayak işlerini göreceksin. Dedene, ninenin yokluğunu hissettirmeyeceksin.” dedi.

Babamın söylediklerine itirazım olmadı ama “Tamam!” da demedim. Gerçi o zaman,
annemden babamdan ayrı olmamın, dedemin görmezden gelmeyle karışık şefkatine sığınmanın, ileriki
yıllarda bana sağlayacağı sınırsız özgürlüğü ve mutluluğu sezmemiştim henüz.

Onun yanında yattığım zamanlarda çok sevdiği, benden sonra en iyi arkadaşı olan, eski
radyosunu açardı sabahları, dedem…

Radyo’da Nevin Akol’dan ‘Akşam Oldu Yakamadım Gazımı’, Sezen Aksu’dan 'Belalım',
Erkin Koray’dan 'Öyle Bir Geçer Zaman Ki' ve Musa Eroğlu’dan 'Mihriban' gibi kederli eserler
çalardı.

Ben bu şarkılar/türküler eşliğinde uyandığımda, yüreğimin alt tarafında karıncalı bir şeyler
dolaştığını, sebebini hâlâ çözemediğim, tarifsiz ve dişlili acılara giriftar olduğumu anlardım.

Kendi kendime, içimde bir kucak kahredici çökeltiyle neden gözlerimi açtığımı öğrenmek
isterdim ama bir sonuç bulamazdım. Gelen elemli nağmeler eşliğinde sancı çekmeye ve yorganı
üstüme daha çok çekmeye devam ederdim.

Uyku mahmurluğum geçtikten ve anlamsız acılarım da tavsadıktan sonra dedemin kendi
kendine konuşarak hazırlık yaptığını görürdüm. Onunla öteden beriden ve genellikle mazinin
derinliklerinden sohbet ede ede kahvaltı ederdik.
Menümüzde sert bir peynir, iri iri (çekişge) zeytini ve demli bir çay bulunurdu. Fakat bunlar
öyle tatlı gelirdi ki o gün akşama kadar başka yemek yemesem bile, sanki hiç acıkmazdım.

Üniversite okumaya gittiğimde İstanbul’un en güzel mekânlarındaki ve bilhassa Boğazın
kenarındaki kuş sütü eksik kahvaltıların; dedemle birlikte yaptığımız yoksunluk dolu o sabahların
yerini tutmamış olması beni hep düşündürür ve hüzünlendirir.
***

Fatih Alltınbeyaz
(Devamı 6. sayımızda...)
Share
Tweet
Pin
Share
No Yorumlar


İkinci sezonu ile her ay bir edebi kişiliği konu edinen Mucize Ruh'un yeni sayısı merakla bekleniyordu. 15 Ocak 2019 ile Mucize Ruh 7. sayısıyla olan Yaşar Kemal sayısı okurlarıyla buluştu. Mucize Ruh'un bu ay ki sayısında konu edinen edebi kişilik Yaşar Kemal!

Ayrıca Mucize Ruh 7. sayısıyla yeni dönemde yaygınlaşan e-dergi tarihinde bir ilke imza attı. E-ek ile beraber telefon ve bilgisayar için Mucize Ruh tarafından Yaşar Kemal sözleriyle özel olarak hazırlanmış ücretsiz ekler Mucize Ruh Dergi okurlarını bekliyor.

Mucize Ruh'un 7. sayısına ulaşmak için  buraya tıklayın!
Bir daha ki sayıya başvuru yapmak için  buraya tıklayın!



Share
Tweet
Pin
Share
No Yorumlar



İçindekiler:

  • YAŞAR KEMAL- Emir Yapıcı/ Sayfa 7
            1923 yılında [Nüfus kaydında 1926] doğduğu zaman Adana sınırları içerisinde, şimdiyse 
            Osmaniye sınırları içerisinde olan Gökçedam’da (Hemite) doğar Yaşar Kemal.

            Üç buçuk yaşlarındayken, bir kaza sonucu sağ gözünü kaybeder.
            ...

  • UNUT ÇETREFİLLERİ- Enes Sevinç/ Sayfa 10
          Geçen akşam sondu.
          Son defaydı,
          Gözlerim buğusu.
          Kirpiklerimde ıslanmıştı.
          ...

  • DİZELER ve DUVARLAR- Serpil Kaya/ Sayfa 11
          Günümüzde çok sık kullanılan bir cümle bu: “Şiir kitapları pek satmıyor,”. Gerek kitap almak 
          için gittiğimiz bir kitapçıda, gerekse kitap dosyası gönderdiğimiz bir yayınevinde bu tarz 
          cümleler ile çoğu zaman karşılaşır olduk.

          Ve bu tezi çürütmeye aday bir de sosyal olgu gelişti aynı zamanda, biz insanlar geliştirdik 
          bunu  elbette: ”Şiir Sokakta”.
          ...

  • HÜZÜN- Fatih Altınbeyaz/ 13
          Kendimi bildim bileli, ‘bilme diğim şeylerden’ acı çekiyorum. Bunu laf olsun diye veya matah 
          bir şeymiş gibi söylemiyorum. Evet, yıllardır işlemediğim suçların sorumluluğu ve ağırlığı var 
          üstümde...

          Neyin beni hüzünlendireceğini, hangi olayın alıp başka diyarlara götüreceğini de bilmem 
          üstelik...
          ...

  • HÜZNÜN ALACASI- Talip Mutlu/ Sayfa 19
          Zifiri karanlık bir geceden kalmayın.
          Köhne hayatların arkasında gizlidir yaşam.
          Mutluluk bazen nasırlı bir elin sarılmasında barınır.
          Ya da bir balıkçının olta ucunda intihar edip,
          Masaya meze olan balıkta.
          ...



  • ... OLDU- Göksu Akyüz/ Sayfa 21
          Ben yitirdim yolumu...
          Trene vuran ağaç dallarıyla yitirdim.
          Sabah oldu gece oldu, geç ya da erken.
          ...



  • KİTAP YORUMU (Altıncı Koğuş)- Sedanur Çidem/ Sayfa 23
              Bir taşra kasabasında bulunan, akıl hastanesinde geçen bir olayı, bir söyleyişi, bir çatışmayı 
              anlatmaktadır. Hastanede bulunan eğitimli İvan Dmitriç ile doktor Andrey Yefimıç ile arasında            geçen felsefi konuşmalar, daha kitabı elinize alır almaz sizi içine çekecektir.
              ...



    • BILMEK VE BILE ISTEYE YOK ETMEK ÜZERİNE ÖYLESINE ŞEYLER...- Ercan Daşçı/ Sayfa 25
              Hakikatin mütemadiyen gizlendiği ve örselendiği böyle bir çağda yetişkin bir birey olmak çok 
              zor biliyoruz.

              Öylesine amansız ve pervasız bir insan silsilesiyle karşı karşıya gelmek, insanı yalnız ve 
              a’sosyal bir kişilik haline sürükleyebiliyor.

              Bunu da biliyoruz .
              ...

    • YEŞİLÇAM’DA VAR BİR “İKİ KUTUP”! (Yazı Serisi- 3)- Pelin Erdoğan /Sayfa 31
              Alman sinema eleştirmeni Kracauer vamp filmi türüne değinirken aile düzenini kemiren bu 
              kadınları, “burjuvanın kutsal aile düzenine yağan lanetli göktaşları”na benzetir. 1920’li-
              1930’lu yılların sinemasında, baştan çıkarıcının kişilik boyutu yok gibidir; o kötü olduğu için 
              kötüdür ve çatışma, kişiler arasında değil, kişiyle kurum arasındadır.
              

    • ZAMAN- Güler İnan/ Sayfa 37
              Yavaş yavaş boşalıyor trenlerde ki koltuklar.
              Göremez oldum artık insanların elinde kitaplar.
              Bir bilseler halleri ne acınası,
              Bir çok güzellikten mahrum kalıyorlar.
              ...


    • ÇIKMAZ SOKAK (3. Bölüm)- Gökyüzü/ Sayfa 41
              Ağır adımlarla eve dönerken Züleyha ve Nur’u düşünüyordu. Saçma bir sebepten kavga 
              etmeleri yetmemiş, Züleyha üşenmeden Nur’un peşinden koşup kovalamıştı.

              Tuğçe üşenirdi. Düşmanından bile çoğu zaman üşendiği için intikam almazdı. Ama bir 
              gerçekte vardı ki bazıları intikam almaya bile değmezdi. Çoğu da cahildi. Cahille tartışmaya 
              girmek zaman israfından başka bir şey değildi.

              “Ooo Bücür, yakıyor pijamaların.” sesiyle daldığı düşüncelerinden sıyrıldı.
               ...

    • BİR KADEH RUH- Füsun/ Sayfa 48
             Düşündükçe seviyorum seni
             Hayal kurdukça hissediyorum;
             O soğuk beyaz tenini.
             ...
    Share
    Tweet
    Pin
    Share
    No Yorumlar


    Mektuplaştılar uzun süre. Biri mavi mürekkep ve divit kalem kullandı mektuplarında, diğeri kurşun kalem.


    Nil tanıştırdı ikisini. Paris’te yaşıyordu Pelin. Sinan İstanbul’da. İkisi de yazıyordu. Kitapları bir ay ara ile yayımlanmıştı.


    Geçmişinin ensesine yapışan gölgesini yırtıyordu Sinan her sayfasında kitabının. Temizleniyordu heceleri kekeme geçmişinden. Okuyucularını oradan oraya savuruyor, geçmişinin virajlarında kendine yeni, dümdüz bir gelecek çiziyordu. Telefon ile kurulan iletişimleri sevmiyordu; aramamıştı Pelin’i. Bilerek. İsteyerek. Mektupların kendine has tınısına sığınıyordu.


    Pelin geçmişine ve geleceğine aynı derecede bağlıydı. Çocuk gibiydi. İşittiği her sese kapılırdı. Gördüğü her şeye uzanırdı. Bilmezdi dakika ile yıl arasındaki farkı. Birbiri ardına eklenen, biriken, tortulaşan dakikaları tınmazdı, damarları tıkayan, deriyi buruşturan, alına ve gözlere “yıl çizgileri” koyan... Bu yüzden “Adil ol,” demişti Pelin’e Sinan bir mektubunda, “adil sev beni.” Adaletin çocuk yanını tanımayan “yetişkin” dünyasında olduklarını hatırlatmak için. Uzay-zaman denkleminin alışıldık yerçekimini hatırlatmak için.


    Bir kuşun tüyünün yere doğru uçuşunu uzun uzun izlemişti çocukken Sinan. Tüy uçarken, o da uçmuştu. Birlikte konmuşlardı yere. Yorgunluğun ne olduğunu o uçuşunda öğrenmişti. Öylesine direnmişti ki kanatları hızlanmamak için ve tüy kadar yavaş, ahenkli olabilmek için, başaramamıştı! Adildi doğa. Bilendi. Çeken, iten kuvvetler vardı. Kütlenin değişmezliği vardı ve ağırlığın değişkenliği. Değişmez kütlesinde değişen ağırlığını bildi o uçuşunda. Bildiğinde hafifledi, tüy oldu. Bu yüzden zarar görmüyordu hayallerinden, hayallerden. Uçucu bir “gerçek” olup karışıyordu yaşama. “Çocuk adaleti”nin hüküm sürmediği bir yerde “yetişkin bir erkek” oluyordu. Pelin’e “kadın ol” demeyi üstlenen bir erkek, çeken ve iten kuvvetlere teslim olan bir erkek.


    Tüyü başka türlü anlatacağım şimdi, o kuşun tüyünü. Çocukken Sinan, bir gün odasında pencere kenarındayken, “Her istediğini yapabilirsin oğlum, yeter ki iste, çok iste” dediğini işitmişti babasının. Oysa babası öleli iki yıl oluyordu. Ses öylesine gerçekti ki, bir kapı aralanmıştı da gelmişti sanki babası. Ellerini uzattı tutması için. “Baba” diye seslendi. Bir daha seslendi. Bir daha... Daha yüksek sesle bağırsa belki görecekti babasını, denedi, en yüksek sesini çıkarmak için devleşerek uludu. Tam o anda yırtıldı kelimeleri, şimşekler çaktı azgın, hem gökte hem boğazında, en azgın, hece hece, gümbür gümbür, düşmeye başladı harfleri yerin çekimine doğru, hızla, yağmur damlalarının peşi sıra. Adildi doğa. Bilendi. Çeken, iten kuvvetler vardı. Kütlenin değişmezliği vardı ve ağırlığın değişkenliği. Değişmez kütlesinde değişen ağırlığı sesinin, düğümlüyordu tüm doğa kanunlarını, “kekeme” bir geçmiş çiziyordu gizli bir altyazıyla birlikte; “Ölenler asla gelmez!” diyen. Çaresizlikten değildi, istemişti uçmayı; uçsa yağmur damlalarına binip, toplardı dağılan harflerini, kekelemeden “gel baba” diyebilirdi, en yüksek sesle, bu yüzdendi penceren atlayışı! Yer çekmişti onu kendine, ölümse itmişti yaşama. Adildi doğa. Bilendi. Çeken, iten kuvvetler vardı. “Kuşun tüyünün peşinden gitti” diye anlattığım romantik olayın aslı bu işte, babasının ölümünü bir türlü kabul edemeyen çocuk bedenini Sinan’ın, pencereden aşağı, yerin en dibine attığının hikayesi, kekemeliğine isyanının hikayesi, tüm çocukluğunu sakat geçirmesine neden olan o “pencereden atlayış”ın “kuş tüyü yolculuğu”nda erkenci bir bilgeliğe dönüşmesinin hikayesi, boyundan büyük hayat bilgisiyle baş edebilmek için nasıl “en gerçek” nasıl da “en hayal” olmak zorunda kaldığının hikayesi... O atlayıştan sonra, aylar süren yatalak çocuk hayatında, uzamını zamanın, unutmuştu Sinan. Rüyalarına olduğu gibi hayallerine de almaya başlamıştı babasın;, geziniyordu kasabanın sokaklarında, şakalaşıyordu, öğüt dinliyordu, uyuyordu göğsünde. Hatta hiç görmediği annesiyle de konuşuyordu zaman zaman. İyileştiğinde, okul sıralarında, eski gücüne kavuşamayan bacakları, sıska bırakmıştı onu. Yine hayallere sığınmaktan başka çıkış bulamamıştı. İlk aşkında yenik düşmüşken. Kaslı vücuduyla, okulun en sevilen erkeği almışken tüm aşkları yer yüzeyinden. Erken evresinde ergenliğinin, sıska sokaklarda, sıska yağmurlarda ıslanıp, öksürük ve ateş içinde kıvranmışken pek çok kez. Çok da azar işitmişken bir türlü büyümediği için teyzesinden....
    Pelin Erdoğan
    (Devamı 3. sayımızda...)
    Share
    Tweet
    Pin
    Share
    No Yorumlar
    Newer Posts
    Older Posts

    Ne Yapıyoruz?

    About Me


    Herkes yazar. Fakat her yazı gün yüzüne çıkmaz. Mucize Ruh, bu okunmayı bekleyen yazıları bir dergi ile okurlarıyla buluşturuyor.

    Sosyal Medya

    İzleyiciler

    Etiketler

    Basın Bülteni Düz Yazı Edebiyat Haberler Hikaye İçindekiler Kişisel Gelişim Kitap Yorumu Motivasyon Mucize Ruh Röportaj Sanat Şair Şiir

    Son Gönderiler

    Blog Arşivi

    • ►  2020 (4)
      • ►  Ağustos (1)
      • ►  Temmuz (1)
      • ►  Haziran (1)
      • ►  Mayıs (1)
    • ▼  2019 (15)
      • ►  Ekim (2)
      • ►  Ağustos (1)
      • ►  Temmuz (2)
      • ►  Haziran (1)
      • ►  Nisan (2)
      • ►  Mart (2)
      • ►  Şubat (1)
      • ▼  Ocak (4)
        • Bir Roman Bir Hikaye · Fatih Alltınbeyaz
        • Mucize Ruh 7. Sayısı Çıktı!
        • 7. Sayı İçindekiler
        • Veda Değil Aret! · Pelin Erdoğan
    • ►  2018 (15)
      • ►  Aralık (1)
      • ►  Kasım (1)
      • ►  Ekim (1)
      • ►  Eylül (2)
      • ►  Temmuz (1)
      • ►  Haziran (1)
      • ►  Mayıs (2)
      • ►  Nisan (4)
      • ►  Mart (2)

    Popüler Gönderiler

    • Şiirleriyle Ece Ayhan'ı Anıyoruz
    • Bir Sonbahar Akşamı/ Elif Atlı
    • 20 Mart Dünya Mutluluk Günü

    Dergi Arşivi

    • Haziran 2019 - Ali Lidar
    • Nisan 2019 - Orhan Veli Kanık
    • Mart 2019 - Rüştü Onur & Muzaffer Tayyip Uslu
    • Şubat 2019 - Furuğ Ferruhzad
    • Ocak 2019 - Yaşar Kemal
    • Aralık 2018 - Sevgi Soysal
    • Ekim 2018 - Cahit Zarifoğlu
    • Temmuz 2018
    • Haziran 2018
    • Mayıs 2018
    • Nisan 2018
    TAKİP ET @MUCİZERUHDERGİ

    Created with by BeautyTemplates