Veda Değil Aret! · Pelin Erdoğan

by - Ocak 01, 2019



Mektuplaştılar uzun süre. Biri mavi mürekkep ve divit kalem kullandı mektuplarında, diğeri kurşun kalem.


Nil tanıştırdı ikisini. Paris’te yaşıyordu Pelin. Sinan İstanbul’da. İkisi de yazıyordu. Kitapları bir ay ara ile yayımlanmıştı.


Geçmişinin ensesine yapışan gölgesini yırtıyordu Sinan her sayfasında kitabının. Temizleniyordu heceleri kekeme geçmişinden. Okuyucularını oradan oraya savuruyor, geçmişinin virajlarında kendine yeni, dümdüz bir gelecek çiziyordu. Telefon ile kurulan iletişimleri sevmiyordu; aramamıştı Pelin’i. Bilerek. İsteyerek. Mektupların kendine has tınısına sığınıyordu.


Pelin geçmişine ve geleceğine aynı derecede bağlıydı. Çocuk gibiydi. İşittiği her sese kapılırdı. Gördüğü her şeye uzanırdı. Bilmezdi dakika ile yıl arasındaki farkı. Birbiri ardına eklenen, biriken, tortulaşan dakikaları tınmazdı, damarları tıkayan, deriyi buruşturan, alına ve gözlere “yıl çizgileri” koyan... Bu yüzden “Adil ol,” demişti Pelin’e Sinan bir mektubunda, “adil sev beni.” Adaletin çocuk yanını tanımayan “yetişkin” dünyasında olduklarını hatırlatmak için. Uzay-zaman denkleminin alışıldık yerçekimini hatırlatmak için.


Bir kuşun tüyünün yere doğru uçuşunu uzun uzun izlemişti çocukken Sinan. Tüy uçarken, o da uçmuştu. Birlikte konmuşlardı yere. Yorgunluğun ne olduğunu o uçuşunda öğrenmişti. Öylesine direnmişti ki kanatları hızlanmamak için ve tüy kadar yavaş, ahenkli olabilmek için, başaramamıştı! Adildi doğa. Bilendi. Çeken, iten kuvvetler vardı. Kütlenin değişmezliği vardı ve ağırlığın değişkenliği. Değişmez kütlesinde değişen ağırlığını bildi o uçuşunda. Bildiğinde hafifledi, tüy oldu. Bu yüzden zarar görmüyordu hayallerinden, hayallerden. Uçucu bir “gerçek” olup karışıyordu yaşama. “Çocuk adaleti”nin hüküm sürmediği bir yerde “yetişkin bir erkek” oluyordu. Pelin’e “kadın ol” demeyi üstlenen bir erkek, çeken ve iten kuvvetlere teslim olan bir erkek.


Tüyü başka türlü anlatacağım şimdi, o kuşun tüyünü. Çocukken Sinan, bir gün odasında pencere kenarındayken, “Her istediğini yapabilirsin oğlum, yeter ki iste, çok iste” dediğini işitmişti babasının. Oysa babası öleli iki yıl oluyordu. Ses öylesine gerçekti ki, bir kapı aralanmıştı da gelmişti sanki babası. Ellerini uzattı tutması için. “Baba” diye seslendi. Bir daha seslendi. Bir daha... Daha yüksek sesle bağırsa belki görecekti babasını, denedi, en yüksek sesini çıkarmak için devleşerek uludu. Tam o anda yırtıldı kelimeleri, şimşekler çaktı azgın, hem gökte hem boğazında, en azgın, hece hece, gümbür gümbür, düşmeye başladı harfleri yerin çekimine doğru, hızla, yağmur damlalarının peşi sıra. Adildi doğa. Bilendi. Çeken, iten kuvvetler vardı. Kütlenin değişmezliği vardı ve ağırlığın değişkenliği. Değişmez kütlesinde değişen ağırlığı sesinin, düğümlüyordu tüm doğa kanunlarını, “kekeme” bir geçmiş çiziyordu gizli bir altyazıyla birlikte; “Ölenler asla gelmez!” diyen. Çaresizlikten değildi, istemişti uçmayı; uçsa yağmur damlalarına binip, toplardı dağılan harflerini, kekelemeden “gel baba” diyebilirdi, en yüksek sesle, bu yüzdendi penceren atlayışı! Yer çekmişti onu kendine, ölümse itmişti yaşama. Adildi doğa. Bilendi. Çeken, iten kuvvetler vardı. “Kuşun tüyünün peşinden gitti” diye anlattığım romantik olayın aslı bu işte, babasının ölümünü bir türlü kabul edemeyen çocuk bedenini Sinan’ın, pencereden aşağı, yerin en dibine attığının hikayesi, kekemeliğine isyanının hikayesi, tüm çocukluğunu sakat geçirmesine neden olan o “pencereden atlayış”ın “kuş tüyü yolculuğu”nda erkenci bir bilgeliğe dönüşmesinin hikayesi, boyundan büyük hayat bilgisiyle baş edebilmek için nasıl “en gerçek” nasıl da “en hayal” olmak zorunda kaldığının hikayesi... O atlayıştan sonra, aylar süren yatalak çocuk hayatında, uzamını zamanın, unutmuştu Sinan. Rüyalarına olduğu gibi hayallerine de almaya başlamıştı babasın;, geziniyordu kasabanın sokaklarında, şakalaşıyordu, öğüt dinliyordu, uyuyordu göğsünde. Hatta hiç görmediği annesiyle de konuşuyordu zaman zaman. İyileştiğinde, okul sıralarında, eski gücüne kavuşamayan bacakları, sıska bırakmıştı onu. Yine hayallere sığınmaktan başka çıkış bulamamıştı. İlk aşkında yenik düşmüşken. Kaslı vücuduyla, okulun en sevilen erkeği almışken tüm aşkları yer yüzeyinden. Erken evresinde ergenliğinin, sıska sokaklarda, sıska yağmurlarda ıslanıp, öksürük ve ateş içinde kıvranmışken pek çok kez. Çok da azar işitmişken bir türlü büyümediği için teyzesinden....
Pelin Erdoğan

You May Also Like

0 Yorumlar