Çoşkuyla Ölmek // Kitap Yorumu

by - Nisan 30, 2018

Görsel: Okurlar Akademisi
Yazar: Şule Gürbüz
Kitabın ilk sayfalarını okur okumaz şahsına has, uzun, katmanlı cümlelerle karşılaştım. Şule Gürbüz’ün önceki kitaplarından da bildiğim ve çok da sevdiğim ince bir mizah anlayışı ve ona eklenmiş iğnelemelerle çok güzel bir okuma yapacağım belliydi.

Başlangıçta Hayri İrdal’ın kavrayış ve kabullenişine benzer bir anlayışla, hayata ve yakın çevresindekilere geriden, yukarıdan bakan bir karakterin gözlemlerini okuyarak, tutarsız, (belki biraz da saçma) ama süreğenlikten alışılagelmiş bu nedenle de tutarsızlığını kaybetmiş olguların betimlemeleriyle, karakterin dünyasına karışmaya başladım. O dünyaya karışınca, karşıma çıkan ilk sokak adı samimiyet oldu. Kişi, hal, hareket ve davranışlarının, başlangıçlarını ve devamlarını hangi samimiyetle yapmaktadır? Herhangi bir birey kendini tanımlarken ne kadar samimidir? Kişinin kendini koyduğu yer ve kendilik tanımıyla normalde ve gerçek manada olduğu yer ve kendilik tanımı arasında ne kadar fark vardır? Yazarın kişiyi kendisiyle yüzleştirdiği; “Ben yemin ederim ki bu adamın dediği idim; sadece bilinmemiş, hatta kendimden bile gizlenmiştim.” Cümlesi,duraklatıcı bir etki yaratarak, çevresinden kişiye yönelik olarak gelen tanımlamalarla, kişinin kendisini bildiği kişi arasında kıyaslamalar yapmasına zemin hazırlıyor. “İnsanın içinde olduğu hal, ona en yabancı haldir.” Cümlesi de okununca süreç biraz çıkmazlara girebilir tabi.

Devam eden hikayelerin, çok derinlerde, bir iç organda olduğu kesin olarak bilinen ama nerde olduğu tam olarak bilinemeyen belli belirsiz bir sızı, yürekten çalınan bir musikide ince bir seda, yaşama karşı tavırda belirsiz bir kavrayışın huysuz ve bulantılı bir dışa vurumu vardı. Yokluk, hiçlik ve boşluk o raddede yüksek ve kapsamlıydı ki bunların bizzat kendileri de kendi manalarının içinde yok olmuş, hiç olmuşlardı. Bu hiçlik veya boşluk, içerisinde bulunan duruma veya ana tekrar bakmaya, eşyalara ve yaşamlara, sahiplik veya aitlik çerçevesinde tekrar göz atmaya salık veriyordu. Arabesk bir nihilizm anlayışıyla (böyle bir anlayış var mı bilmiyorum) içi boş bir boşluk değildi gördüğüm. Boşluğu anlatmak zordur. Ancak çerçevesi belli olan bir durumda tanımlamak mümkün olabilirken, çerçeveye tüm dünyayı koymak gerekince durum ürkütücü bir hal alabilir.

Geçen bir ömrün nasıl veya niçin geçtiğine dair sorgulamalar yaptıran son kısım, ömür geçmekteyken neler yaşanmaktadır ve aslında ne , nasıl yaşanmalıdır sorularını sordurtuyor. Kendine yabancı daha doğrusu müdahalesiz bir doğrusallık ta olması gerekenler veya olmaması gerekenler olmakta, yaşamın süreğenliğinin cenderesine düşmüş, varlık ve ruh bütünü durması mümkün olmayan bir diklikten yuvarlanmakta ve önüne geleni ya kendine katmakta ya da yok edip geçmektedir. Ortaya çıkan acı denebilecek bu tabloya itiraz sesleri çıkmaya başlasa da seslerin gitgide kısıldığını görmek de mümkündür.

Anlamanın çoğu zaman karşı taraf için güzel olduğunu düşünmüşümdür. Yaşamı anlamaya çalışmak yine yaşamı güzelleştiriyor, anlayana mağrur bir duruş kalsa da iç geçirmeyle hemhal tanımsız hüzünlü bir duygunun da bu duruşa eşlik ettiği açıktır.

İG: @okurlar_akademisi

Her Hakkı Saklıdır.



You May Also Like

1 Yorumlar

  1. 'Hayatla her anlaşmaya varan varmayanın kederini artırır, onun garipliğine bir ilmek daha atar. Dünyayı her makul bulan onu ayıplayanı yalnızlaştırır, tuhaflaştırır, şartlarını her kabul eden ve ona göre davranan, yaşamada şart olmayacağını düşünenin önermesi daha da gizler daha da bulunmaz yere saklar ve bunu arayanı da gitgide azaltır'. 'bilinse, hayat aslında kimseyi teslim alamaz'. Şule GÜRBÜZ 'ün gene düşüncelerde kendinizi geliştireceğiniz, felsefi, betimleyi bir kitap...kalemine sağlık, Şule Gürbüz kitaplarında öyle bilindik kitaplar gibi olay örgüsü olmaz... anlatılmak istenen doğrudan anlatılmaz, okuyucu çok yönlü düşünür acaba burada yazar nedemek istemiştir diye.İyi ki varsın Şule GüRBÜZ. düşündüklerimi kitabında yaşamak ne güzel

    YanıtlaSil